Geçtiğimiz yıl Düseldorf ta tanıştığım bir Türk iş adamı Malatya’lı olduğumu söyleyince ilginç bir şey söyledi. ‘’ Onlarca ülke gezdim, gerek Türkiye gerekse diğer ülkelerde çok Malatya’lı tanıdım. Net tespitimdir; Malatya dan boş adam çıkmıyor, ilginç bir keskin zeka ve beceri var memleketin insanlarında’’ dedi. Bunu anlatırken yanlış anlaşılmasın kendimi tenzih ediyorum ama şu bir gerçek Malatya sanat, siyaset, bilim ve iş dünyasına çok değerli insanlar kazandırmış bir kent. Kayısının hikmetindenmidir, Hasan-ı Basri Hazretlerinin himmetinden mi bilinmez ama Malatya nın çok güzel insanlar yetiştirdiği aşikar. Bugün onlardan birini yazmak istedim. Mevlüt Aslanoğlu.
Kendisi ile birkaç ayrı organizasyonda karşılaşma imkanım oldu. Çok yakından tanımam zatı muhteremi ama gözlerindeki şefkat ve insan sevgisi dikkatimi her defasında çok çekmiştir. İtibar yönetimi konusunda değerli çalışmaları olan değerli üstad Salim Kadıbeşegil in bir lafı vardır; ‘’kişinin itibarı cenazesinden belli olur’’ der. Mevlüt Aslanoğlu’nun hakka yürümesinin hemen ardından gerek cenazesi gerekse taziyesi süresince hangi cenahtan olduğu fark etmeksizin insanlarin gösterdiği alaka ve özen rahmetlinin alameti farikasının değerli itibarı olduğunu gösterdi. Tam da bu günlerde İnsan kaynakları camiasının üstadlarından değerli hocamız Ahmet Eryılmaz ın bir yazısını okudum. Aslanoğlu’ nun siyasi kimliğinden bağımsız insanlığını ve liderlik becerilerini güzel anlatan samimi bir yazı. Ahmet Bey Aslanoğlu ile birlikte çalışma şansına nail olmuş. Kendisinden yazısını hem onu anmak hem yönetenlere güzel mesajlar vermek için paylaşmak istedim ve incelikle kabul etti. Buyrun keyifle okuyun lütfen.
‘’Kendimce bir anma yazısı. Çok az yorumlu
Mevlüt beyin de olduğu olduğu üç kişilik bir icra kuruluna karşı sorumluydum. Tanımak için bol bol fırsat vardı yani.
Mevlüt bey jeneratör gibi kendi kendine güç üretirdi. Taşan bir enerji. Bir şey okuyacak sabrı dahi yoktu, her şey hemen o anda konuşarak halledilmeli.
Sadece ruhu değil, zihni de koşardı. Mesela cep telefonunun fihristini kullandığını pek görmedim. Onlarca (belki yüzden fazla) telefon numarasını ezbere bilirdi.
Sesinin volümünü de ayarlayamazdı sevgili Mevlüt bey. Dışarıdan tanımayan bir kişi kavga ediyor zannedebilirdi. Gene heyecandan.
Adı konulmamış etikleri vardı. İlk ‘adamını yedirmeme’ ekolü temsilcilerinden sayılabilir. Bunun, birlikte çalıştığı insanlarda tekabül ettiği duygu, güven ve mutlak bağlılıktı. Bir şube müdürünü transfer etmek için telefonla aradığında dediklerini hatırlıyorum. Sadece ‘şu gün gelip başlıyorsun’ demişti. O kadar. İşe başladıktan sonra bana ‘ne ücret alacağım’ diye sorarlardı, çünkü Mevlüt Beye bunu sormayı saygısızlık addederlerdi.
Seveni onu o kadar severdi ki, azarlamaları kimsenin kalbini kırmazdı. Belki de kendilerini suçlu görürlerdi, niye kızdırdım şimdi diye. Uzun toplantılardan, karmaşık stratejilerden, bürokratik her çeşit işten nefret ederdi. Pragmatizmin dibini onda gördüm diyebilirim.
Saat gibi işleyen bir tarzı vardı: Önce kendisi birine karşı dürüst olur, sonra ondan aynısını beklerdi. Tam da öyle olurdu. Bir nevi insanları etikleriyle terbiye etmek gibi. Sözüm meclisten dışarı, prosedürlere ters düştüğünü bildiği halde güvendiği müşterisine söz verdiği anda kredisini çıkarttırır, formaliteleri sonradan hallettirirdi.
Feyzalmak derler ya, benim bugünüme gelirken feyzaldığım üç yöneticiden biridir (diğerleri de İbrahim Betil ve Altan Edis).
Resmen bazı davranışlarımın rol modelidir: İş bitireceksin, sağlam adam olacaksın, çatır çatır da aynısını talep edeceksin.
Bir ekolü kaybettik biz aslında’’