İnsan yanlış bir kurumda ve yanlış insanlar ile çalışıyor ise, kuruma ve yöneticilere olan inancını kaybetmişse, motivasyonu yerlerde ise ve toparlayamıyor ise işten ayrılma kararı vermeli. Kurum yanlış bir insan ile çalıştığını düşünüyor ve kişinin gelişeceğine ve kuruma katkı sağlar hale geleceğine olan inancını kaybetmiş ise, yapılan hataların, ihmallerin ardı arkası kesilmiyor ise, kişi sürekli mutsuzluk üretip kolektif bir kirlenmeye yol açıyor ve kronik şikayet etme hali var ise bu kişi ile yolları ayırma kararı vermeli. Bazı kurumlarda karşılıklı veya taraflardan biri müsebbibiyle bitmesi gereken iş ilişkisi patolojik bir hal alıp aylarca hatta çoğu zaman yıllarca devam eder. İşten ayrılmanın sürekli ötelenmesi hem kişilerin halet-i ruhiyesi hem de insan kaynakları yönetimi açısından son derece yanlıştır. Bizim toplumda hastalıklı ilişkileri terk edememek ile ilgili yaygın bir alışkanlık var. Kötü işler, mutsuz evlilikler, yanlış ortaklıklar, yorucu arkadaşlıklar, karsız alış verişler her şeye rağmen sürdürülür.
Can Yücel in bir şiiri vazgeçebilmenin değerini güzel anlatıyor;
Aşktır; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin. Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bir şeyler yapma gayretinde.
İştir; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin.
Dosttur; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “ona” ayırmaya çalışırsın.
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın.
Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!
Terk edebilmeyi bilmek büyük meziyettir. Terk etmeyi bilen kazanır. Çalıştığı kuruma zerre kadar bağlılığı kalmamış, sabahları ayakları geri geri giden, çalıştığı yerdeki yöneticisinden, pek çok çalışma arkadaşından nefret eden ama ısrarla çalışan insan.. Hep bahaneler üretir; tazminatımı yakamam, eve bu kadar yakın bir iş bulamam, kredi borcum var, sigorta günüm dolsun, çocuğun okul bitsin diye bekliyorum.. Bu liste uzar gider ama asıl olan başka şeydir. Şimdi kim iş arayacak, ya iş bulamazsam , zaten kriz var, kuzenim 2.5 yıldır işsiz, yakında evleneceğim, bu kadar maaşı alacağım başka yer olmayabilir, aslında rahat iş hafta sonu yok, millet ne zor ortamlarda çalışıyordur, gerçek cevaplar.. 16 yıldır aynı şirkette olup da şirket ile ilgili tek olumlu cümle kuramayan insanlara ‘’ yahu 16 yıldır niye buradasın?’’ denir. Biriken emeğini korurken insanlar giden sağlığını fark edemez.
Herkesin, o patolojik tabir ettiğimiz kronik sorunları olan iş ilişkisinden beslendiği taraflar vardır. Dolayısı ile haklı gerekçeler ile yolları ayırma mevzusu bir şekilde patinaj durumuna sokulur. Bu durum tahmin edilenin ötesinde zarar verir çalışana, kuruma ve diğer tüm çalışanlara.
Mutlu değilsen, sorunların hep aynı ise yada artıyorsa terki diyar et, yer açılsın, ayrıca ‘’tebdil-i mekanda ferahlık vardır’’ Bu sözün mânâ i mehfûmu sadece, yeni ve farklı bir mekâna geçmekteki ferahlık değil aslında, mekânı yeni ve farklı bir hâle sokmak da bir çözümdür. Yani iş değiştirmiyorsan kafayı değiştir. Bir tazelen, yeniden başla. Yoksa git.
Yaptığı işe ve çalıştığı kuruma sevgisini ve saygısını kaybetmiş kişilerin kendilerine duyduğu saygı hatırına ve yeni başlangıçlar için bir şans için cesaretli olması ve işi bırakması dileğiyle. Yormayın ve yorulmayın.
Çok azımız mutlu olmanın bir ön şart olduğunu düşündüğümüzden kopamayız çalışmasak da şirketlerden…
Bir de şirkette kalma sebeplerimizden birisi de tazminat takıntımızdır. Neyse o tazminat, hani aldığımızda 1-2 ay’da bitereceğimiz para için yıllarımızı veririz bir masa önünde, köhne bir koltuk tepesinde.
Oysa mutlu olduğumuzda hayata kattığımız enerji, mutsuzken aldığımız maaştan çok ama çok daha değerli olduğunu o mutsuz işten çıkıp nefes aldığımızda anlarız.