Bu dünyaya geldiği gibi giden ve bu dünyaya gelip değişen, dönüşen ve bu inanca katkı sağlayıp arkasındakilere miras bırakan iki tür insan vardır.
Değişim, insan sistemi için bilinmeyenin yarattığı bir tehdit veya potansiyel risk olmaya başladığında, biliyoruz ki, beynimiz yenilere karşı ve aslında eskiyi ve mevcudu korumayı hedefleyen bir direnç oluşturmaya başlıyor. Tıpkı en eski çağlarda olduğu gibi, tehdit algısı ve “bildiğimizden farklı ve riskli” algısı zihinlerde genişçe bir yer bulduğunda, “Olduğun yerde kal.”, “Bildiğini yapmaya devam et.” ve “Hiçbir şeyi değiştirme.” mesajları otomatik olarak gelmeye başlıyor bizim sistemlerden.
Neden Değişime Direniyoruz?
Değişime direnç temel olarak bilinmezlikten veya alışkanlıklardan kaynaklanıyor.
Sinan Canan Hoca, Hülya Mutlu’nun Tam Üstüne Bastın yayınında şöyle söylüyor:
“İnsan belli bir ayarlar dizisine sahip. Ve bu ayarlar karşılanmadığı zaman insanın hayatında bir şeyler pek yolunda gitmiyor. Ancak bizler, işler yolunda giderken konfor alanımız dışına çıkamıyoruz. Konfor alanımızı hiç bozmadan, yaptığımız herhangi bir şeyi hiç değiştirmeden, yaşadığımız hayat tarzımızı dönüştürmeden yaşayabilir hale geldik. Dolayısıyla bu alışkanlık alanımızda o kadar süre kalıyoruz ki yeni gelen şartlara adapte olabilme yeteneğimiz bir hayli körelmiş oluyor.”
Bilinmeze karşı duyulan kaygı, direncin kendiliğinden ve hatta belki de kontrolsüz bir şekilde kendisini göstermesine neden oluyor. Çünkü kaygı, ilk iş olarak, dikkat et, kendini koru mesajını daha biz üzerinde düşünme fırsatı bulamadan, bizim sisteme yollamış oluyor.
Alışkanlıklar ise zaten bizim yarattığımız kısa yollarımız. Alışkanlık dışı yeni bir şey karşımıza çıktığı anda, alışkanlıklarımızın sesi de içerilerden yükselmeye başlıyor: Bildiğin yol en kısa ve en güvenli yoldur, sakın konfor alanını terk etme, direnmeye devam et.
Ancak şu da bir gerçek ki, değişim ve yenilik süreçlerinde bilinmezliği ve belirsizliği ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapılmaya başlandığında direnç yerini uyumlanmaya kolayca bırakabiliyor.
Uyumlanma ve değişimin parçası olma, değişim sonrası olacakların daha görünür hale getirilmesi ve böylelikle değişimin parçası olacak kişilerin kendilerini değişim sürecinin ve sonuçlarının içinde görebilmeyi başarmalarının sağlanması sonrasında kendiliğinden ortaya çıkıyor. Çünkü bu sayede, değişim süreci ve sonuçları artık bilinmez olmaktan çıkıyor ve insanların zihinlerinde olacaklarla ilgili, kendi yapacakları ve yapamayacakları ile ilgili görüntü ve planlar oluşmaya, hedefler koyulmaya başlıyor. Belki de değişime direncin kırılma noktası tam da burada kendini göstermeye başlıyor.
Peki Değişim İçin Ne Yapmak Lazım?
Sinan Canan Hoca “Sınırları Aş” kitabında değişimin üç önemli unsuruna vurgu yapıyor:
1) Niyet: Her şey niyetle başlar. Tüm değişim, devrim ve dönüşümün hamlelerinin ilk tohumu niyettir. Niyet, sadece dille yapılan bir faaliyet de değildir. Bir şeye niyet etmek, ruhumuzun onu istemesi, tüm varlığımızın o niyete yönelmesi anlamına gelir. Niyet, ihtiyaçtan doğar; bir eksikliği tamamlamaya yöneliktir. Eksik olduğu bilincine varma ise doğru ve gerçek bir eksikliği tespit edebilme, yüksek bir kişisel farkındalık gerektirir.
Böyle kişiye has niyetler, değişim yolculuğunu başlatan fişeklerdir. Bir değişim ve dönüşüme niyet etmişsek onun ihtiyacı artık vazgeçilmez hale gelmiş demektir. İhtiyaç ve eksiklik hissi yoksa niyet de yoktur. İhtiyaç duymak için de “eksik” olanın, “bilinmeyen”in, içimizde olmasına rağmen dışarıda kalanın arzusu, iştahı, hasreti gerekir. Kendi sınırlarını, keşif çabaları, sınırların dışındaki ihtimallere ihtiyaç, açlık, arzu ve özlem duymayı gerektirir. Eğer bu başlarsa niyet ve hareket de peşinden gelecektir.
2) Gayret: Sadece niyet faydasız ve etkisizdir. Zaten eyleme dönüşmeyen niyet, muhtemelen sadece istektir. Zira niyet bizzat harekete geçirici bir güç sağlar. Niyetimizin hedefi ne kadar uzak, ne kadar imkan dışı görünürse görünsün niyet bir kez somutlaştı mı insanı harekete geçirir. Başarısız olacağı bilinse de tüm denemeler, bıkmadan usanmadan tekrarlanır. “Önemli olan o hedefe varmak değil, niyetin gereğini yapmaktır.”
“Faydasız da görünse denemeye devam etmenin, şartları “niyet”e göre zorlamanın adı “gayret”tir. Gayret olmadan sonuca gidilmez. Hedefe giden tüm yolculuklar tek bir adımla başlar. Hedef ne kadar büyük, niyet ne kadar kuvvetli, arzu ne kadar canlı ise gayret de o derece inatçı, o derece devamlı olur.
3) Cesaret: Gayretle atılan her bir adım, yapabileceklerimizin sınırlarını da genişletir. İçimizde bir yerlerde hep yapmak istediğimiz ama zanlarımız, kabullerimiz, inançlarımız ve korkularımız nedeniyle bir türlü adım atamadığımız yönlere doğru harekete geçme arzumuz gittikçe güçlenir. İşte bu arzunun harekete dönüşmesi sadece insana has bir duygu olan “cesaret”in devreye girmesi ile mümkün olur.
Değişimin parçası olacak kişiler değişime inanmaya başladıklarında artık zorluklar ve engeller, fırtına hissi yaratmıyor; sadece üzerinde düşünülmesi, çözüm üretilmesi ve ardından kenara kaldırılması gereken çalışma konuları halini almaya başlıyor. En güzeli de değişimin sonuçları insanların kaygıyla değil, heyecanla merak ettikleri başlıklara dönüşüyor.
Bizler cesaretle konfor alanından çıkabilirsek ve ne kadar çok değişirsek, bu dünyaya geldiğimiz gibi gitmez ve arkamızdakilere bir şeyleri miras olarak bırakabiliriz. Yeter ki “niyet” olsun!
Yazan: İmran Şahin
Hülya Mutlu’nun Sinan Canan’ı konuk ettiği “Değişimi Nasıl Yönetiriz?” konulu Tam Üstüne Bastın yayınını izlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=M5PHOZ-1_8s
Yayını podcast olarak dinlemek için: https://open.spotify.com/episode/01MvlJABfiUf33mPrJ4AC1