Kendiniz ile barış imzalayana kadar neye sahip olursanız olun mutlu ve memnun biri olamazsınız. – Doris Mortman
Değersizlik duygusu ile kabullenmek arasında organik bir bağ var ve teorik olarak kabullenmenin şifa edici tarafını biliyor olmamıza rağmen pratiğe geçirmemiz aynı kolaylıkla olmamaktadır.
Kabullenmek aslında bizim kültürümüzde var olan ve biz buna yatkınlığımız olan bir toplum iken, Anadolu irfanında da bu kabullenme üzerine birçok özdeyiş mevcut iken, özellikle 90’lı yıllarda kişisel gelişim ekollerinin yanlış, eksik ya da bize uyumsuz şekilde içselleştirilmesi ve hayatlarımıza monte edilmesi ile sürekli bir başarılı ve mutlu olma hali, sürekli dikey bir yükselme ivmesi yükselen değer haline getirilmiştir ve hayatlarımızı, kabullenmenin tam aksine yönünde savurmuştur.
Oysa hayatın, doğanın ve insanoğlunun doğası bu öğretiyle uyumlu değildir. İnsan yeri geldiğinde kapalı havadan bile etkilenebilen endişe ve kaygıları olan, inişleri ve çıkışları ile güzel bir canlı iken, dayatılan bu öğretiler insan üzerinde baskı ve hatta değersizliği alevlendiren bir durum yaratmaya hizmet etmiştir.
Oysa doğa, hayat ve insan senkronize olabilmek için kabullenme yoluculuğunu tamamlaması gerekiyor.
Kabullenmek için de yüzleşme safhasını deneyimlemek, yani neşteri vurmak gerekiyor. Tüketip bitirme motivasyonu yüksek olan yeni çağ insanı, pandemi ile birlikte ciddi bir yüzleşme yaşadı. Pandemi öncesinde içinde bulunduğu ve sahip olduğu güzel şeylerin, kendinin hakkı olarak görürken, aslında her şeyin lütuf olduğunu anladı. Bu yüzleşmeler bazıları için daha yumuşak bazıları içinse sert oldu. Kabullenmek doğanın hayatın akışı ile uyum içinde olabilmek iken, insanın ezber davranışı ise değiştirme çabasıdır. Daha zor ve hatta sonuç vermeyen değiştirme çabasını kabullenmeye yeğ tutan insanın serüvenini Sayın Doğan Cüceloğlu da bir kitabında şu şekilde dile getirmiştir.
“Özellikle evlenme arifesinde olan çiftlerin büyük bir çoğunluğu, ilerde nasıl olsa değiştiririm zihin yapısı ile bu ikili hayata adım atıyorlar.”
Bu paradigmayı alıp hayatın bir çok alanına monte edebiliriz.
• Eşini değiştirme çabası
• Arkadaşını değiştirme çabası
• Çocuğunu değiştirme çabası
• Ebeveynini değiştirme çabası
• Yöneticini, patronunu değiştirebilme çabası
Bugün baktığımızda her alandaki çatışma ve çekişmenin altında, birinin diğer ötekinin varoluşsal özelliklerinden hoşnut olmama, çekiştirip, itip, kısaltıp, uzatıp değiştirme çabası olduğunu görüyoruz.
Oysa ne mümkün kendinden başka bir insanı değiştirebilmek?
Çünkü birini değiştirme çabasının altında yatan ve verdiği mesaj:
“Sen bana göre varoluşsal bazı özelliklerinden kaynaklı yeteri kadar iyi değil ve tam değilsin ve ben bu eksik gördüğüm yönlerin yüzünden senden memnun değilim ve seni KABULLENMİYORUM.”
Karşı tarafın bu değiştirilme baskısı sırasında aldığı mesaj:
“Ben yeteri kadar iyi değilim, tam değilim ve değerli değilim. Sen ok’sin ben değilim.”
Ve tabii ki doğal bir direnç başlar. Bu direnç karşısında da değiştirme çabası içindeyken öncelikle karşımızdakine kızarız, çünkü değişmiyordur. Sonra kendimize kızarız çünkü değiştirmeyi başaramamışızdır. Tabii ki bu değişim ve dönüşüm asla gerçekleşmeyecektir.
Oysa kabulleniş bu noktada sihrini gösteriyor. Karışımızdakinin varoluşsal özelliklerini kabullenip onu kendi hali ile yolculuğuna bıraktığımızda, karışı tarafın direnç kapıları açılıyor ve değişim kapasitesi de aynı oranda ortaya çıkıyor.
İşte bu noktada yani kabullenmek için yine önce kendimizi anlamamız ve aslında kendimiz ile yüzleşmemiz ve yüzleştiğimiz kendimizi kabul etmemiz gerekiyor. Bir paradoks gibi duran bu zincir kendi içinde de bir çok dinamikler taşıyor.
“Kendimizi anlamak ve fark etmek için bir metodoloji var mıdır?” sorusuna şöyle bir bakabiliriz.
Temel benlik ve sosyal benlik olarak iki benliğin etki alanındayız. Temel benlik bizim ihtiyaçlarımız, mizacımıza uygun taleplerimiz, bize iyi gelecek olanlardır. Sosyal benlik ailemizin ve toplumun bize dayattıkları ya da önümüze hedef gibi konulmuş aşılamaz aile miraslarıdır. Biz belki de bir kiraz ağacı iken işte tüm bu dinamikler ve çoğu zaman daha güçlü tezahür eden sosyal benlik dolayısı ile kiraz elma ağacı olmaya meyil eder bunun için çabalar didinir dururuz ve Sakura zamanını kaçırırız.
90’larda boca edilen kişisel gelişim sloganlarının en belirgin ve içselleştirilen olanı “Her şeyi başarabilirsin.” modern insanın çoğu zaman yanlış sularda kulaç atmasına sebep oldu.
Her şeyi başaramayız ama tabii ki deneyebiliriz. Modern insan bu ikisinin arasındaki çizgiyi kaçırdığında tutkulara aşık olmak yerine, ki tutkulara başarmak istediklerimize aşık olmak son derece kıymetli ve olması pozitif bir durum iken, karşılıksız bir aşk mevzu bahis olduğu zamanlarda takıntılı bir aşk ile başa çıkmaya, inat etmeye, kabullenmemeye ve değiştirmeye çalışmış, bir olmazın esiri olan insanlara dönüşmüş ve bu kabullenmeme hali, günün sonunda hırçın, nezaketsiz, toleranssız insanlardan oluşan toplumlara dönüşmüştür. Bu insanların, derinlerindeki ise “DEĞERSİZLİK” duygusundan başka bir değildir.
Alfred Adler’in dediği gibi: ”Ölümsüz olan bir insanın aşağılık kompleksi ya da değersizlik yaşamaması olası değildir.” Ölümlü olan ve sonsuz bir evrene zerre kadar doğan doğan insan sadece bu iki sebepten bile değersizlik duygusuna maruz kalmakta ve içinde taşımaktadır. Mühim olan, bu değersizlik duygusu ile nasıl başa çıktığımızdır.
• Pahalı hayatlar yaşama tutkusu
• Daha güzel daha genç daha diri kalabilme tutkusu
• Daha başarılı daha çok kazanma tutkusu
• Çocuklar üzerinden benlik arayışları
Ve buna benzer davranış eğilimleri değersizlik hezeyanlarına gelir geçer pansumanlar yaparak değersizlik duygusu ile başa çıkabilmek için denenen çoğu zaman farkında bile olmadan denenen nafile yollardır.
“Hiçbir bağımlılık öznesi ile tedavi edilemez” olduğu gibi değersizlik hissi de bu tip görece başarı ya da değerler ile tedavi edilemez. Durup kendimize bakmalı ve “Hayatın hangi noktalarında kırılmalar yaşıyoruz, hangi konularda örseleniyoruz?” diye sormalıyız. Göreceksiniz ki hayat günlük rutin iniş çıkışlardan azade, bizi hep zayıf olduğumuz noktalarda incitir. Biz değersizlik duygumuzu bulup kökene inmedikçe başkalarını aşağı çekmek gibi kolay ve bir o kadar hırçınlaştıran ve yalnızlaştıran özünde çok zorlayıcı bir yola saparız.
Değersizlik duygumuz yüzünden öteleyip aşağı çekmeye çalıştığımız insanların başarılı ve takdir edilecek yönlerini sorgulamaya, yani öfkemizin önüne geçirebildiğimizde gelişmiş insan olma yoluculuğumuz başlayacaktır.
Hakikatler ile yüzleşmeler şifalanma yolunu açacaktır.
“Hayat ve doğa ile senkronize olabilen tamamlanmış, boşlukları doldurmuş insanlara dönüşebilme yolculuğunda en önemli malzeme ve yol arkadaşı yine kendimiziz.”
Yüzleşme-Değersizliği alt etme -Kabullenme tüm bunların bilmek yapmak ve olmak döngüsünde hayatımıza nüksetmesi dileği ile…
Yazan: Pınar Kursun