İzmir in değerli gazetecilerinden Arda Küçükerciyes ile İzmir ve genel olarak iş hayatı üzerine konuştuk. Kendisinin çok sayıda mecrada yayınladığı röportajı ben de sizlerle paylaşmak istedim.
Hülya Hanım, yıllardır hem Türkiye, hem de yurtdışındaki firmalara yönetim danışmanlığı ve eğitim hizmeti veriyorsunuz. Sektöre adım atışınız nasıl oldu? Nasıl bir yöntemle çalışıyorsunuz?
Hacettepe Üniversiteden mezun olduktan sonra insan kaynakları ve kalite yönetimi alanlarında çalıştım. Daha sonra İngiltere’ye giderek yine aynı alanlarda eğitim aldım. Şirket olarak kurumsal eğitim, yönetim danışmanlığı ve bağımsız denetimler konusunda hizmet veriyoruz. Hizmet verdiğimiz firmaları önce tanımayı önemsiyoruz. Hekimlerin hastadan anamnez alması sürecine benzeyen bir değerlendirme ve denetim ile önce durum tespiti yapıyor ve yapılması gereken iyileştirmelerle ilgili raporlamalar sunuyor. Katalog eğitim yada danışmanlık projelerini sağlıklı bulmuyoruz. Kendi sayfamda latince ”bene diagnoscitur bene curatur” yazar. Anlamı, doğru teşhis doğru tedavi. İşimde bu temel felsefem.
Çalışma hayatımda sağlık, turizm ve tekstil alanlarında yoğunlaştık. Bu sektörlerin süreçlerini, ihtiyaç ve sorunları biliyoruz. Daha sonra 2012 yılında İngiltere’de danışmanlık hizmeti veren HMI ve BVCSl şirketlerini kurduk. Şu anda hem Türkiye-İstanbul, İngiltere-Birmingham ve Avusturalya-Perth ’de ofislerimiz var. Dünyanın pek çok ülkesinde hizmetler veriyoruz.
Türkiye’de ağırlıklı olarak hangi sektörlere hizmet veriyorsunuz? Sektörlerin sorunları sizce neler?
Enmac Danışmalık firması adına Sektör ayrımımız yok. Ama ben sağlık, turizm ve tekstil sektörlerinde ağırlıklı çalıştım. Türkiye’nin bugününde ve geleceğinde önemli rol oynayan bu üç sektörde de ortak sorunlar bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde kendi sosyal medya hesabımda tercih edilen sektörler ile ilgili bir anket yaptım. 435 kişinin oy kullandığı ankette Sağlık, tekstil ve turizm sektörden hangisini çalışmak için seçersiniz sorusuna yüzde 68 oranında ‘hiçbiri’ cevabı geldi. Tercihte %11 Sağlık, %10 Tekstil ve %11 Turizm cevabı geldi. Bu sektörler ülkenin geleceğinde önemli rol oynamasına rağmen sonuç olarak gençler bu alanlarda çalışmayı cazip bulmuyor. Üstelik istihdamın önemli bir kısmını karşılayan çok değerli endüstriler. Bu, sektör ve işveren marka algısına dair bir sorunu işaret eder. Durum böyle ise yetenekleri çekmek için firmaların sadece klasik insan kaynakları fonksiyonları değil, işveren markası ve yetenek yönetimi gibi alanlara da odaklanması, sektörleri çekici kılması bir zaruriyet. Firmaların STK lar ile projeler üretmesi bu algıyı pozitife dönüştürmede etkili olacaktır.
Çok çarpıcı bir tespit, sizce bu sonuç neden kaynaklanıyor?
Y kuşağı en fazla Teknoloji, medya ve telekomünikasyon sektörünü istiyor , çünkü esnek, eğlenceli ve cazip buluyor. Bu endüstrilerin yenilikçiliğinden ve hızından ötürü geleceğin sektörleri olduğuna inanıyor. PWC nin yaptığı, 2015 yılına ait bir araştırmaya göre Türkiye’deki Y kuşağının her iki kişisinden birisi, büyük ölçekli, global firmalara talep gösteriyor. Y Kuşağında her 4 kişiden birisi de kendi işini kurmak istiyor. Bunlar önemli veriler. Girişimciliği bu denli önemseyen bir nesil varsa karşımızda şirket içi girişimciliği destekleyen modeller üretmeli. Burada, işverenlerin yapması gereken kendi şirketlerini cazip ve tercih edilebilir hale getirmek. Y kuşağı esnek çalışma saatlerini önemsiyor. İşverenler bunu yönetilebilir şekilde uygulamayı gündemlerine almalı. Y Kuşağının bir kurumu tercih edilir olarak tanımlamasında en belirleyici özelliği kurumun çalışanlarına karşı davranışı (eğitim, gelişim ve kariyer fırsatları) oluşturuyor. Daha sonra ise yenilikçi olması (yenilikçi ürün ve hizmetler sunması) ve tercih edilir olmada diğer faktör kurumun topluma sağladığı katkı ve finansal başarı geliyor.
Firmaları sistem kurmaya teşvik eden bir yönetim danışmanı olarak sizce Türk firmaları sistem kurma konusunda nasıl?
Türkiye’de yönetenlerin ortak yanlışları var. Büyük resme odaklanmaktansa detaylarda boğulma hatası çok yaygın. İş delege edilmiyor, edildiğinde hata olursa hemen demoralizasyon ve bu işi yine ben hallederim düşüncesiyle eskiye dönülüyor. Önemli ve önemsiz her teferruatı bilmek isteyen yöneticilerin sayısı hiç az değil. Süreçler sisteme odaklı değil, kişilere bağımlı. Dolayısı ile standardizasyon ve yönetmek zorlaşıyor. Durumsal yönetim yada krizlerle yönetim kanıksanıyor. Türk şirketlerinin sistem odaklı çalışma yönünde bir kültür oluşturmak için radikal kararlar alması ve süreçlerini rekabetçi olmak motivasyonu ile akıllıca tasarlamaları gerekiyor.
Aile şirketleri hakkındaki değerlendirmeniz nedir?
Günümüzde şirketlerin % 95’den fazlası aile şirketi. Fakat ikinci veya üçüncü jenerasyonun işi devam ettirme oranı % 3’ler seviyesinde. Aile şirketleri, gayrisafi milli hasılanın % 70’ini karşılıyorlar ve ekonomimiz için çok önemliler. Aile şirketleri belli bir büyüklüğe ulaştıklarında artık kamuya mal oluyorlar. Belirli bir aşamadan sonra şirketin aileye değil, ailenin şirkete hizmet ediyor duruma gelmesi lazım. Aile şirketlerinin uzun ömürlü olması ülke ekonomisi açısından bu derece önemli iken tüm ilgili tarafların şirketlerin sürdürülebilir olması için çaba göstermesi gerekiyor. Şirket yeri geldiğinde patron yada ailenin olası hatalarından bile muhafaza ediliyor olmalı.
Aile şirketleri kurumsallaşmak istiyor; fakat aile üyeler, şirket yönetiminde pasifize olmaktan korkuyorlar. Zira kurumsallaşma ile ilgili bir kavram kargaşası ve yorumlama hatası var. Profesyonel yöneticiler işi ele alacak, aile dışarıda kalacak endişesi taşınıyor, burada önemli olan ailenin o işi yapabilecek liyakat ve yeterlilikte olması. Liyakati uygun kişiler aile üyeleriyse onlar yöneten olabilir ama tam tersinde ısrarcı olmak şirkete zarar verir.
Geçtiğimiz günlerde bir toplantıda bir aile şirketi sahibi; ‘’ Hülya Hanım kim kurumsallaşma danışmanlığı alsa batıyor’’ dedi. Benim yorumum ise şu oldu; ‘’ Şirketler cenaze namazı kılınırken danışmanı ararsa yapacağı şey kalmamıştır. Maalesef işler yolunda giderken sistem kurma yada destek alma firmaların gündeminde olmuyor. Ne zaman Pazar küçülüyor, kazançlar azalıyor ve ciddi yönetim sorunları oluyor hemen danışman aranıyor. Danışman mucize yaratamaz, doğru zamanda başlamak, doğru kişilerle çalışmak mühim.
Müşteri ilişkileri ve müşteri sadakati kavramları da son yıllarda iş yaşamındaki en önemli konuların başında geliyor herhalde? Dikkatimi çeken çoğu yazınızda ve başladığınız projelerde en çok üzerinde durduğunuz husus müşteri.
Müşteri en önemli ilgili taraf, önemsiyor olmam bundan. Müşteriler, sanılanın aksine sadık değildir. Müşterilerin istek ve beklentileri çok önemli. Müşteri, yaratılan değere ve sağlanacak faydaya bakar. Bizim firmalarımızın en büyük hataları ağırlıklı olarak ürüne ve operasyona odaklanmaları. Müşteri tatmini için hangi değere odaklanmaları gerektiğini ıskalıyorlar. Opel tuvalet temizliğine önem verdi, ürünüyle bir fark yaratmadı ama 2015 IPSOS araştırmasına göre Türkiye’nin en beğenilen akaryakıt firması oldu. Müşteri değer yaratını hemen görür ve yaratmayanı anında terk eder.
Türkiye’de firmalar değer haritası üzerine çalışmıyorlar. Danışmanlık yaptığım projelerde ilk sorguladığım konu değer haritası üzerine çalışmak oluyor. Değer yaratmak için müşterinin hangi sorunları var ve biz firma olarak onların sorunlarını nasıl çözeriz konusuna odaklanılmalı. Rakipler hangi değeri sunuyor ve biz ne sunuyoruz sorgulanmalı? Biz neyi daha iyi yapıyoruz? sorularını sormak önemli. İnsanların sorunlarına odaklanıp çözüm üretmek gerekli. Firmalar bu konuda işletme körlüğü yaşıyor. İşletmelerin hem kendine hem de rakiplerine odaklanmaları önem taşıyor. Globaldeki başarılı şirketler müşteri tatminine önem veriyorlar. Bizim ülkemizde ise en çok vaat edilen ama en az yerine getirilen şey ‘’müşteri odaklı bir şirket olmak’’
Sizin deneyimlerinize göre Türk şirketlerinin gelişim göstermesi gereken diğer alanlar neler?
Çalışan memnuniyeti ciddi anlamda göz ardı ediliyor. İnsanlar işyerlerini sevmiyor, mutsuz çalışıyorlar. Mutsuz çalışan ile mutlu müşteri yaratmak mümkün değil. Bu mutsuzluk şirketlerde çalışan sirkülasyonuna yol açıyor. Firmalar, çalışanlarının memnun etmenin yalnızca ücretle sağlanacağını zannediyor, oysa çalışanlarını farklı şekillerde de motive edebilirler. Çalışanlar sürekli kontrol adında tutulmayı, değersiz görülmeyi, ihmal edilmeyi, yanlış anlaşılmayı, bilgilerin kendilerinden gizlenmesini,
dışlanmayı, adaletsizliğe uğramayı, güvensiz bir ortamda olmayı ve işleri ile ilgili eksik kalmayı istemezler. Bir firmada bir yıldan az çalışıp ayrılan kişinin maliyeti yıllık brüt maaşının neredeyse iki katına tekabül eder. Dolayısı ile yeteneği çekmek kadar tutundurmak da insan kaynaklarının stratejik hedeflerinden olmalıdır.
Eğitim ise yeterince önemsenmeyen bir insan kaynakları fonksiyonu. Eğitim, sorun olunca düzenlenecek bir etkinlik değildir. Yada şirket içinde mikro grupların eğitilmesi ile başarı sağlanamaz. Yöneticilerden başlayarak herkesin gelişim göstermesi gerekiyor. Öğrenen organizasyon dediğimiz etiketi edinmeye gayret edilmeli. Oryantasyon eğitimleri, iş başı eğitimleri, kurumsal ve kişisel gelişim eğitimleri, liderlik programları sistematik şekilde yapılmalı ve etkinliği ölçülmeli.
Ülkemizdeki şirketlerin bir diğer hatası da bilime yeterince değer vermemeleri. Bilim bu konuda ne diyor, ne yapılmalı yerine kendi yöntemleri ile yol almayı tercih ediyorlar. Bizde ölçme ve değerlendirme de oldukça zayıf olunan konuların başında geliyor. Bazı firmalar ise data toplayıp analiz etme konusunda yetersiz kalabiliyor. Bu verilerin doğru analiz edilip, sistemi geliştirmede kullanılması lazım.
İzmir’e dışarıdan baktığınızda gözünüze çarpan en büyük sıkıntılar neler sizce?
İzmir ve Ege Bölgesi Türkiye için çok önemli, potansiyeli yüksek. Ben İzmir’i içine kapanık bir kent olarak görüyorum. Batılı firmalar, her işi proje yönetimi mantığı ile ele alır. Bir organizasyonu , bir kenti yada bir şirketi geliştireceği zaman mutlaka bu projedeki tüm belirleyici ilgili tarafları tespit eder. Zira ilgili tarafların birlikte çalışması başarıyı sağlar. Eğer bir kentte tüm ilgili taraflar arasında (devlet, belediye, yatırımcı, stk lar, meslek örgütleri, çalışanlar, tedarikçiler) işbirliği yoksa bir yere gitmek ve gelişmek zorlaşır. İzmir’de İlgili taraflar, ortak bir noktada buluşamayıp, senkronize çalışamıyor diye düşünüyorum. Herkes kendi doğru bildiğini söylüyor. Ege bölgesinde iş piyasası gelişmiyor. Nitelikli insanlar İstanbul’da kalmak istiyorlar. İzmir’e gelmek isteyen de ciddi bir kesim olmasına karşın, iş piyasasıyla ilgili beklentilerin karşılanmayacağından, vasatlıklarla karşılaşmaktan korkuyorlar. Kente nitelikli iş gücünü çekmek için sorunların üzerine çalışmak ve İzmir markasını kuvvetlendirmek lazım.
Ülkemizde yaşanan sorunlardan birisi de markalaşamamak. İtibarlı bir marka olmak ve kalabilmek için sizce neler yapılmalıdır?
İtibarlı marka olmak için markanın tüketici odaklı ve tutarlı olması önem taşıyor. Globalde şirketler müşteri odaklı yaklaşımlar sergilemek, şikayet yönetimi konusunda fark yaratmak ve satış sonrası hizmetler alanlarında büyük enerji harcıyor. Bizde ise satış gerçekleşene kadar çok heyecanlı, ancak satışın ardından azalan bir ilgi göze çarpıyor. Bu hassasiyetleri kollamadan markalaşma olasılığı düşük. Zira bunlar tam değer yaratılacak alanlar. Yine bizdeki mühim bir hata globaldeki uygulamaları takip konusundaki yetersizlik. Yani günceli ve trendleri takip etmek ve yenilenmek konusunda yetersizlik de markalaşmanın engeli. Müşterinin ihtiyaç ve beklentileri de sürekli değişiyor. Firmaların inovatif olması lazım. Sadece ürünün değil süreçlerin de inovatif hale gelmesi lazım. Dünya hızla teknolojiye koşarken gelişmelerin gerisinde kalmamak, işin asıl anahtarı. Ve markalaşma için en büyük gereklilik ise sürekli iyileştirme yaklaşımının kurum kültürünün bir parçası haline getirilmesi.
Gençlere ve genç girişimcilere yönelik tavsiyeleriniz nelerdir?
Gençler, daha üniversitedeyken iş hayatına hazırlanmalılar. İş hayatına hazırlanma işi okul sorasına ertelenecek konu değil. Okula başladıktan itibaren son trendleri araştırmaya başlamalılar. Sadece bugünün değil yarının trendlerini de araştırmalılar. Bakın araştırma yapmayı bilmek çok kıymetli bir beceri, bunu edinsinler.
İngilizce’ye iyi derecede hakim olmalılar. Okul yıllarında öğrenci değişim programları ve diğer yaz okulu programlarıyla dünyayı tanımalılar. Türk gençlerinin yurt dışında daha çok görmek isterim. Gençlerimiz lokalde kalmasın tüm dünyada ses getiren işler yapsınlar ve hedefleri büyük olsun.
Ülkemizde, gençler bence ailelerinin korumacı yapısı nedeniyle, son yıllarda iş hayatına da geç atılıyorlar. Vakit kaybına gerek yok. Ne iş yaparlarsa yapsınlar en iyisini yapmaya odaklanmak konusunda bir motivasyonları olması gerekiyor. Türkiye’de her yıl 600 bin genç üniversitelerden mezun oluyor. İzmir’in eğitim kenti kimliği nedeniyle payına düşen rakam hayli yüksek. Bu kalabalık içinde fark yaratmak elzem.
Gençler, severek çalışacakları ve ilgilendikleri alanlara yönelik meslek ve iş tercihi yapsınlar. Sevdikleri işi yapmıyorlarsa işlerini değiştirsinler ve sevdikleri işte çalışmak üzere çabalasınlar. İşlerinde uzmanlaşmaya çalışsınlar.
Sosyal becerilerini, entelektüel yönleri ve iletişim yönlerini de geliştirsinler. Sadece akademik başarı ile bir yerlere varmak namümkün. Bir de sosyal medya hesaplarını doğru yönetsinler, çünkü son yıllarda sosyal medya hesaplarındaki paylaşımlar, işverenin işe alımla ilgili süreçlerde kararlarını doğrudan etkiliyor. Türk gençleri gelişiyor, değişiyor. Onların yapacaklarından çok ümitliyim.