İki yüzlülük ve samiyet

Bazı insanları kuruşa benzetiyorum. İki yüzlü ve değersiz. Riyakarlık, insanoğlunda en sık görülen ancak insanı insanlıktan en çok uzaklaştıran ve mutsuz eden davranış hali.

İki yüzlülük bilhassa iş hayatında çok yaygın. Yöneticilerin yada iş arkadaşlarının oldukları ortamda son derece destekleyici, onaylayan ve biat eder haldeki insanlar, yer yer yöneticiye yalakalık düzeyine varacak geri bildirimler vermekten geri kalmıyor. Yöneticinin yada arkadaşlarının orada olmadığı ortamlardaki konuşma ve yorumları ise tam tezattı niteliğinde oluyor. Çoğu zaman son derece rencide edici olabilecek yorumlar yapacak kadar da acımasızlar.

Ve iki yüzlülüğün kendine has simetrisini o kadar benimsemişler ki birbirini takip eden dakikalarda her iki yüzün performansını da ustalıkla sergiliyorlar. Vahim olan ise genelde yöneticilerin yada arkadaşlarının en çok güvendikleri kişileri olmaları. Bu tavırlarını diplomatik olmak olarak tanımlayanı da gördüm. Prof Dr Engin Gençtan’ın İnsan Olmak kitabının girizgahında şöyle der; ‘Bu kitapta yazanları okurken çoğunuz hiç üzerine alınmayacak ve bu davranışları hep başkalarının yaptığını düşüneceksiniz, gerçek öyle değil” Kötü davranışlar genelde başkasına mal edilir.

Karakterli bir insan olmak, inandığını üslubunca ifade etmek, eğilip-bükülmemek, ortama göre hal ve tavır değiştirmemek kişinin kısa ömründe sahip olacağı en büyük kazanımdır. Samimi insan olmanın güzelliğini anlatan bir hikaye anlatmak isterim.

Habib Baba, 4.Murad devrinin sırlı halk dostlarındandır. Yaşlı, fukara ve çok iyi bir Allah dostudur. Bir gün , uzun bir kervan yolculuğunun sonunda Anadolu’dan İstanbul’a gelir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider. Niyeti, keselenip, paklanarak, bedenini de ruhuna denk kılmaktır. Fakat hamamcı : ‘Bugün Sultan Murad’ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.’ diyerek yaşlı adamı içeri almak istemez.

Habib baba: ‘Ne olursun, kimseye varlığımı belli etmem, hemen yıkanır çıkarım. Bu hal ile ibadet edemem’ diye dil döker. Hamamcı yaşlı adamın haline acır ve insafa gelir. Hamamın en sonundaki odayı göstererek: ‘Baba şu odada sessizce, hızla yıkanıp çık, para da istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.’ Habib baba sevinerek, sessizce hamamcının kendine gösterdiği odaya giderek yıkanmaya başlar.

Az sonra hamamcının karşısında yeni bir müşteri daha belirir. Boylu, poslu, genç biridir bu gelen. Onunda görünümü fakirdir. Ama gerçekte tebdili kıyafet gezen 4.Murad’dır. Vezirlerinin o gün topluca hamam âlemi yapacaklarını haber alan padişah ‘Hele bir bakalım, bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler acaba neler konuşurlar ? ‘demiş ve hamama gelmiştir. Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır. Hamamcı ‘vezirler var’ der almak istemez. Genç adam ise yalvarır, yakarır ve o da hamamcıyı razı eder.

Hamamcı ona yaşlı adamın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, yavaşça -‘Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştamalı beline, gir yanına, sessizce yıkanın bir an evvel çıkın.’ Ve ekler: -‘Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler. ‘ Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır.

Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Sultanı kendisi gibi fakir bir gariban olduğunu düşünen Habib baba yumuşak bir sesle konuşur: -‘Evladım’ der, ‘Sırtın kirlenmiştir, müsaade edersen bir keseleyivereyim. ‘ Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz duyar. Haz duyar, zira ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir. Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken:

– ‘Buyur baba’ der, ‘ellerin dert görmesin’. Bu arada içerideki âlemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad’ın sırtını bir güzel keseler. Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez ve kendine yapılan iyiliğin altında kalmak istemez. -‘Baba’ der, ‘gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.’ Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; -‘Olur evlat’ deyip, sultanın önünde diz çöker.

Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar.
-‘Baba’ der, ‘görüyor musun şu dünyayı. Sultan Murad’a vezir olmak varmış. Bak adamlar içeride tef, dümbelek hamamı inletiyorlar, biz garibanlar ise burada iki hırsız gibi gizlice yıkanıyoruz.
Habib baba Sultan Murad’ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler. Sultan Murad’ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:
-‘Be evladım’ der, Habib baba, ‘Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl Âlemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad’a keselettirir.

Kendini yöneticisine ve etrafındaki insanlara türlü sahtelikle sevimli göstermek gayreti ile insanlıktan çıkan ve omurgasını yitirenler keşke anlasa bu hikayenin manayı mefhumunu. İkiyüzlülük ve samimiyet arasında seçim yapılmaz, mutlu bir hayat için samimiyet tam bir zaruriyet.

Yazar

Hacettepe Üniversitesi İİBF den başlayan gelişim yolculuğum yurt dışında aldığım uzmanlık eğitimleri ile devam etti. İngiltere South Essex Collage (işletme ve yönetim kursları) ve The Coaching Academy (kurumsal koçluk) ve Oxford Üniversitesi (Liderlik gelişimi ve yönetimi) programlarını tamamladım.

Yorum Yap

Kategoriler

Son Yazılarım

Bilişsel Çarpıtmalar
5 Ocak 2023
Nefes ve Meditasyon
11 Eylül 2022
McKinsey Teknoloji Trendleri – 2022
8 Eylül 2022

Son Yorumlar

Meryem

Deneyimlerinizi paylaşmanız ve bilmeyenlere yol gösterdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Kesinlikle bazı insanlara dokunduğunuzdan emin...

Leyla

Kaleminize sağlık arkadaşlar.her şey Zihnimizdeki otomatik pilotu fark etmemizle başlıyor.

Resul Korkmaz

Hülya Hanım merhaba. Aksa için verdiğiniz Liderlik eğitimi ile ve bu makaleyi okuyunca ilk aklıma...