İnsan, dayanıklı ve mücadele ruhuna sahip olursa yaşam boyu iyi ve kötüyü karşılama ve sorunlarla baş etme becerisi de çok iyi oluyor. İş yaşamında bazı insanların geçirdiği zor çocukluğa dair fikrim oluşuyor çünkü o yıllarda maruz kaldıklarımız iş hayatı, özel yaşam ve sosyal yaşamda nasıl bir yetişkin olacağımızı belirliyor.
Psikyatrist Gülseren Budayıcıoğlu bir televizyon konuşmasında ‘’çocuğun kaderi evinde yazılır ’’ demişti. Çok doğru. Bence ‘’çocuğun kaderi evinde ve okulunda yazılır’’
Eğitimlerimde, seminerlerimde katılımcılarım kendi hikâyelerini sık sık paylaşırlar. Bazılarında derinden etkilenirim, not alırım. Bugün sizinle kısa kısa anne, baba ve öğretmenlerin hayatları ne kadar etkilediklerine dair birkaç hikaye paylaşacağım.
HASAN
Hasan ile eğitimde olduğumuz gün karne günüydü. İlginç karne anılarınız varsa paylaşır mısınız demiştim. Hasan ‘’ Karneme öğretmen bir not düşmüştü büyük harflerle -FAZLACA HAYALPEREST- bunun onun kafasında pozitif bir önerme olmadığı aşikardı. Annem ve babam oraya takıldılar, kafaları karıştı ve moralleri bozuldu zira ders dinlemeyip hayaller kurduğum ve her konuda bir miktar limitsiz düşündüğüm ortaya çıkmıştı. Babam ‘’sen ne hayal kuruyorsun, niye hayalperestsin?’’ dedi. Ve ben o gün hayal kurmayı bıraktım, hayal kurmanın kötü bir özellik olduğuna kanaat getirdim. Hala da hiç hayal kurmam.
CEMAL
Yine bir başka eğitimdeyiz. Ben okumanın farklı perspektif edinmek, betimleme kullanabilmek, konuşmayı günlük yüz kelime ile limitlememek, kendini rahat ifade etmek ve güzel konuşmak gibi mühim katkılarından bahsediyordum. Cemal ‘’ Hocam, okumayı sınıf arkadaşlarıma göre geç öğrendim. Öğretmenim annemi çağırdı -Cemal de bir sorun olabilir, tüm arkadaşları öğrendi o hala okuyamıyor- Annem çıldırdı. O günden sonra bana okumayı öğretmek için hırsla çalışmaya başladı. Elinde oklava, önümde kitap bana döve döve okumayı öğretti. İntibah, Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat gibi adını anlayamadığım her şeyi okuttu. Yaşıtlarımın hepsinden çok daha iyi ve hızlı okumaya başladım. Ev kitaplarla doldu. Ama ben okumaktan nefret ediyorum. Kitap ve oklava kafamda aynı yerde birleşmiş’’
BEN VE GÜLER
Güler, benim ortaokuldan beri en yakın arkadaşlarımdan birisi. Okul yıllarında birlikte otururduk. Ve ben sürekli komik şeyler söyler onu güldürürdüm. Yine böyle bir gün, biz suratımızda güller açar şekilde Türkçe dersindeyiz öğretmenimiz döndü bize; ‘’ Karpuz görmüş eşek gibi ne sırıyorsunuz kız’’ dedi. Biz hemen toparladık. Ertesi yıl, fen bilgisi öğretmeni çanak yaprağın yapısını anlatırken yüzümde bir tebessüm varmış zahar bana ‘’ sen bana mı gülüyorsun pişmiş kelle, şimdi beş parmağın izini çıkarırım suratına’’ dedi. ‘’Öğretmenim size gülmüyorum, niye güleyim?’’ dedim ve sonrasında hep gülerken temkinli olmaya dikkat ettim. İki yıl evvel İngiltere’de yolda yürürken ilginç bir şey oldu, yaşlı bir kadın geldi yanıma ‘’bu güzel yüze gülümsemek ne kadar yakışır, niye gülümsemeyi denemiyorsun’’ dedi. O ara sordum kendime ‘’ gülmeyi ve eğlenmeyi çok seven biri olmama rağmen benim de gülmeyi unuttuğum ve suratımın beş karış olduğu zamanlar niye bu kadar çok acaba?’’ Cevabı çok basitti bizi gülmekten soğuttular.
Evet, aile ve öğretmenler verdikleriyle yaşam yaratıyor. Hekim hata yapınca hasta ölür, hakim hata yapınca adalet tecelli etmez ve öğretmen hata yaparsa bir nesil zarar görür. Geçmişte anne, baba ve öğretmenlerce yapılan hatalar başkaydı şimdi bambaşka. Ailece yapılan ödevler, öğretmene karşı acımasız ve fütursuz eleştiriler, benim çocuğum çok değerli ve hiç sorun yaşamasın şeklinde düşünmeler. Öğretmen tarafından şişirilmiş notlar, eğitim değil, veli odaklı yaklaşımlar. Geçmişte, aşırı katı yaklaşımlardan ve gelenekçi tutumlardan zarar gören neslin yerini şimdi tam tersi durumdan zarar görmüş bir nesil alacak. Size yeni nesil ebeveyn yaklaşımlarına dair son bir hikaye daha anlatıp yazımı bitireyim.
KEREM
Kerem, annesi ve babası bir restoranda yanıma oturdular. Garson geldi, ebeveynler siparişlerini verdi ve Kerem de lahmacun istedi. Annesi ‘’ Oğluşum kebap ye yavrum, daha iki gün önce yine lahmacun yedin, içine et gitsin annecim, bir de ayran söyleyelim’’ dedi ve söyledi. Çocuk ‘’ ya anne, her şeye karışıyorsun’’ deyince baba otoritesi devreye girdi; ‘’annenle nasıl konuştuğuna dikkat et’’. Yemekler geldi, aile yemeğe başladı. Kerem kendince etini yerken anne ‘’ Kuzum benim, bak baban gibi ekmeğin üzerine yatır etini, bol soğan koy, maydanoz da koy dür, bir eline ayranını al öbür eline dürümünü mis gibi ye annem, öyle tek çeşit yiyorsun, yada ver ver ben dürüp vereyim’’ dedi ve Çocuğun önünden tabağını aldı, kendince bir forma soktu ve uzattı. Çocuk ,’’ ya anne, böyle yemek istesem dürüm alırdım, yada lahmacun yesem daha iyiydi’’ dedi ama dinleyen kim. O hala talimatlar veriyordu; ‘’ büyük ısır, yağ sızdırma, bak peçete orada, ayrandan hiç yudumlamadın, ıslak mendille olmaz kalk elimizi yıkayalım.
Sonra ne olacak derseniz Kerem bence yetişkin yaşamında tüm seçimlerinde annesinin onayına ihtiyaç duyacak. Gönül ilişkilerinde, iş ile ilgili seçimlerinde hep anne onayı arayacak. En önemlisi mücadele ruhu çocukluk yıllarında annesi tarafından çalınmış olduğu için oldukça dayanıksız, hemen pes eden birisi olacak. İhtiyacın ötesinde sevgi ve ilgi de çocuğun duygu durumunu bozuyor ve karakterini etkiliyor. En az sevgisizlik kadar tehlikeli.
Çocukluk yaşamı çok değerli vesselam. İnsanın yaşamı boyunca sağlığını, öğrenme becerilerini ve davranışlarını etkileyecek temeller bu zamanlarda atılıyor. Ne yaşatılıp hangi mesajların verildiği tüm yaşamı ve karakteri belirliyor.