7 yaşındayım, okulun ilk günü. Annem ve babam çalışıyorlar, o zaman okul açılacak diye anne babalar izinli olmuyor. Anneannem ‘’ yolun kenarından hiç karşıya geçmeden gideceksin okul karşına çıkar, Hasan Hoca’yı görünce yanına git o sana bakar’’ dedi. Beyaz çoraplarımla kırmızı rugan ayakkabıma hayran hayran bakarak okula vardım. Yetişkinliğimde zaman zaman aileme serzenişte bulunup; ‘’beni okulun ilk günü tek başıma gönderdiniz’’ demişimdir. Sonraları farkına vardım ki bu minik zaferler birey olabilmek için ne büyük armağanlarmış.
Henrik İbsen ‘’Dünyanın en güçlü kişisi en yalnız ayakta kalanıdır’’ diyor. Ne mutlu güçlü olana. Çocukların psikolojik ve sosyal gelişiminde ailelerin yaklaşımlarının ne denli önemli olduğu aşikar. Kişilik gelişimi tüm yaşam boyu devam eden bir süreç olsa da çocukluk yıllarının ne denli önemli olduğunu bilmeyenimiz yok. Son yıllarda dikkatimi çocuklara karşı gereğinden fazla özen ve kontrol durumu çekiyor. Amerikalıların bir lafı vardır ‘’ Çocuklarınızı çok seviyorsanız, çocuklarınızı çok sevmeyin’’ Durumu fevkalade özetliyor. Proje çocuklarla doldu hayatlarımız. Çoğunluk kendi hayallerini çocukları üzerinden gerçekleştirmek derdinde. Hayalleri geçtim kendini gerçekleştirmek için çocuklar oyuncak durumunda. Söylemlerde bile çocuğa ait her şey ortak olunmuş, ona bırakılmamış. Okulumuz, öğretmenimiz, projemiz, sınavımız her şeyin en dibine kadar sirayet etmiş ana babalar. İç içe geçmiş hayatlar ve hayaller. 9 yaşına gelmiş annesi tarafından beslenen çocuklar ve 13 yaşında annesiyle uyuyanlar. Büyümesine izin verilmeyen bu çocukların geleceğin mutsuz insanları olması kaçınılmaz. Ayrıca aşırı fedakarlık yapan aynı anne baba profili aşırı yüksek beklenti faturasını kesmeye de hazır. Çocuğun bireyselleşmemesi için yapılacaklar listesi tamamlanmış durumda. Aşırı korumacılıkla iyi anne baba olmak birbirine karıştırılmış durumda.
2008 yılında bir çevre mühendisi istihdam etmiştim bir firma için. İki gün işe gelip 3. Gün haber vermeden işe gelmedi. Cep telefonundan aradık ulaşamadık, epey merak ettik. Sürekli arıyor olmamız sonucu aileden birisi arayıp bilgi verme ihtiyacı duydu. Arayan babası ‘’ Merve artık çalışamayacak. Biz kızımızı çok nazlı büyüttük, gerek iş yoğunluğu gerekse yolun uzunluğu onu çok yordu, çocuğumuzun daha rahat bir iş bulana kadar çalışmasını istemiyoruz, teşekkür ederiz’’. Şaşkınlığımdan sadece şunu dedim; ‘’keşke Merve kendisi arayıp durumunu anlatsaydı’’. Bu ülkenin dozunda özgüveni olan, birey olmuş, kendinin farkında, kararlarını verebilen ve sorumluluğunu alan mutlu insanlar yetiştirmeye çok ihtiyacı var. Ailelerin korumacı yaklaşımlarının üzerine ezberi özendiren, çoktan seçmeli sınavlarla çocukların performansı hakkında karar veren bir eğitim sistemi eklenince Türkiye nin OECD nin Innovasyon indeksi çalışmasında son sırada çıkması çok şaşırtıcı değil.
Bu yazıyı niye yazdım açıklayarak bitireyim; Halil Cibran ın bir şiirini okudum, öyle güzel anlatmış ki, iki kelam da ben edip sizlerle paylaşayım istedim bu güzel şiiri .
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.